21 Ekim 2012 Pazar

Klozet Candır...


Uyanmıştım. Daha doğrusu göz kapaklarımın arasından sızan floresan, göz bebeklerime optik bir tecavüz girişiminde bulunmaktaydı. Önce çok tedirgin oldum. Zira nerede olduğuma dair bir fikrim yoktu. Her şeyi geçtim ben uyurken ışıkları kim yakmıştı? bu münasebetsiz hareketin sorumlusu kimdi? Bu sorunun cevabını aramak için gözlerimi açtığımda kendimi bir ranzanın alt katında buldum. Bir an askerde olduğum aklıma geldi. Askerdeydim ama saat daha sabahın 6 sı bile olmamıştı! Üstelik gece 1 e doğru uyumuştuk. Ayıptı! Günahtı! Bir yerlerde suçtu! tamam her hangi bir yerde kanunen suç olmasa dahi insan haklarına aykırı olduğuna kalıbımı basardım!
Hele ardından gelen “koğuş kalk” bağırtısı olur şey değildi! Tamam öperek uyandırmalarını beklemiyordum ama floresan ışığın üstüne o bağırtı.. işte o an ölmek istedim.
Ve “sabahın 5’inde floresan lamba ile güne başlamak” gibi yeni, nur topu gibi bir mutsuzluk tanımım oldu.
İçimdeki ölme isteğine rağmen kalkmak zorunda olduğum aşikardı. Ama 4 saatlik uyku ve yaşadığım şoktan dolayı yeni doğmuş bir antilop yavrusunun gücüne sahiptim. onlar gibi  kafamı kaldırmaya çalıştım önce, ama kafam her zaman biraz büyük olduğundan önce o kısmımın kalkmayacağını kafam yastığa geri gömülünce anladım. Önce sol bacak ve kolla kalkmayı denedim ve bi gayret kalktım.
Çevremdeki herkeste bir telaş vardı. 6.30 da aşağıda olmalıydık. Kıyafetler giyilecek, botlar bağlanacak, traş olunacak vs. ve tabi ki benim sabah 9 akşam 5 memur zihniyetiyle çalışan sindirim sistemimin de üstesinden gelmem gerekecekti. Eğer şimdi yapmazsam 9’a doğru alacaklı gibi kapıya dayanacak ve beni zor duruma düşürecekti. Çünkü bilindiği üzere Türk askeri uyumaz,acıkmaz,susamaz hatta tuvalete bile gitmez! Ama bu bendim işte..
Giyinip tuvalete yöneldim. Her nedense ben tuvalete girdiğimde üzerinde adım yazılı bir lavabo ve bir tuvalet bulacağımdan çok emindim, uyandığımdan beri “secret” yapıyordum ama içeri girdiğimde gerçek suratıma dışkı dolu bir torba gibi çarptı! Üstelik kokusu da aynıydı. Çünkü 655 kişinin kaldığı bir yerde kullanıma açık sadece 2 büyük tuvalet vardı.Her tuvaletin içinde 15 kabin ve 20 ye yakın lavabo vardı! Bir anda secret iflas bense istifra edecektik. Çok korkunçtu anonim okurlarım çok… o an bir kez daha ölmek istedim… Birbirlerinin üzerinde traş olan insanlar vardı. Sular yeterli tazyikle akmıyordu. Arka tarafta ise tuvaletlerin gerçekten hakkını veren insanlar vardı. Koku artıyor ve zaman azalıyordu. Görevimiz tehlikenin “boktan” bi bölümündeydim. Bu sefer bombalar yerine patlamaya hazır olan ve hiç gocunmadan patlayan bağırsaklar ve idrar torbaları vardı.Normal hayatlarında müfettiş,mimar doktor vs olan insanları bu durumda görmek beni biraz eğlendirmişti aslında. Böyle trajikomik durumlarda insanların alışkın olmadıkları bir duruma verdikleri tepkileri izleyip keyif almak gibi törpüleyemediğim iğrenç bir yanım var. O duruma düşenlerden biri ben de olsam, bir anda Keklik Türküsü’yle kaşık dansı yapan Ayşecikle dalga geçen o bir grup gençten bir oluveriyorum. Tam durumdan daha da keyif almaya başlayacaktım ki benimde hazırlanmam gerektiği geldi aklıma ve amacımı gerçekleştirmeye yetecek kadar duyumu kullanmaya karar vererek tuvalet kabinine doğru yöneldim. İşitme ve koku duyularımı daha steril bir yerde bırakıp bir kabini araladım..
Ve karşımda alaturka tuvalet=şahsi kabusum duruyordu. O an bir kez daha ölmek istedim. daha kalkalı 25 dakika olmamıştı ama ben daha şimdiden 3 kez ölmeyi dilemiştim! Gerçi ne bekliyordum ki? 655 kişinin kullandığı klozeti kullanmayı mı?tabi ki alaturka olacaktı.
Kapıyı bir damla göz yaşıyla kapatırken musluğun altında o’nla göz göze geldim. O bana baktı ben ona… Benim gözlerimde büyük ihtimalle korku ve tiksinti okuduysa da hiç çaktırmadı. Tecrübeli olduğu her halinden belliydi. İlk gördüğü acemi asker ben değildim ve son da olmayacaktım. O kim miydi? O; rengini okyanusların en mavisinden ham maddesini 1. sınıf plastikten alan ince beli, zarif ağzı ve dolgun kalçasıyla baş döndüren bir ibrikti.
Kısaca sakın ama sakın ıslak mendiliniz olmadan tuvalete gitmeyin!yoksa yoksa ah söyleyemeyeceğim…
Ha bu ara da topluluk içinde tuvaletini yapamayanlardan mısınız? Size söyleyecek tek bir şeyim var “ahahahaha” geçmiş olsun. Ayrıca yan kabinlerden gelen sese göre de bunu yapamayan da bir tek sensin o yüzden elinden geleni ardına koyma  ya da ardından geleni kendine saklama!
Bu iğrenç deneyimi bütün çıplaklığıyla sizlerle paylaştığım için kusura bakmayın sevgili okurlarım ama durum budur! Hatta bu konuyu sonsuza kadar kapatmadan, ilerleyen günlerde yaşanan ve mantığım, hayal gücüm ve vicdanımı kol kola girdirerek halay çektiren bir olayı da paylaşmak isterim.
İçimizden biri, isim vermeyi her ne kadar çok istesem de tanımadığım ve duymadığım için veremiyorum, büyük kabahatini (bu arada Sibel Can’ın “kabahatim büyük” isimli bir şarkısı var Sibel Can’ı bu özeleştirisi ve kabulenişinden dolayı kutlayıp hikayemize devam ediyoruz) ibriğin içine yapmış!
Şimdi bunu bir insan neden yapar? Pasif-agresif bir protesto mu? İçinde bulunduğu durumu karikatürize etme yöntemi mi? Yoksa cehalet mi?
Cehalet olacağına ihtimal vermiyorum zira ortamda 3 tane delik var. Biri tuvalette diğeri ibrikte, e diğeri de zaten sana monteli.Yani işin matematiği ve  ne yapılacağı çok açık. Daha da korkunç olan o kabahat o ibriğe sığmaz, bi kere ibriğin ağzı küçük. Bunun tek yolu o ibriği alıp sonra da... neyse siz anladınız…
Bundan dolayı ne cehalet ne de protesto bunun bir fetiş olayı olduğuna karar verdim.(menemen olayı gibi tarihe ibrik olayı olarak geçsin) ne kadar iğrenç olsa da gündelik yaşantısından bir parçayı beraberinde getiren o fetiş arkadaşı da içimden tebrik ettim. "aferin tamamen asker olmamış" dedim (bazılarınız keşke doğmamış olsaydı zaten o diyorsunuz biliyorum).Ha keza bu olaydan sonra seçilen bir komutan bize tuvaletin nasıl kullanılması gerektiğine dair ufak bir brifing vermişti. Ondan sonra da olayı bir daha açmamak üzere uzayın derinliklerine göndermiştik…
İşin özü sevgili okurlarım; Klozet candır. Adına gazeller yakılması gereken bir icattır. Vatan toprağı, ana kucağıdır. Onun kıymetini bilin ve hadi üşenmeyip gidip kendi klozetinize sarılıp onu ne kadar sevdiğinizi gösteren ufak öpücük kondurun…

30 Ağustos 2012 Perşembe

Sadece kadınlar değil erkekler de "ilk gece korkusu" yaşar...

Sevgili anonim okurlarım blogu çarşı izinlerimde yazdığımdan dolayı bazen geç kalabiliyorum kusura bakmayın her neyse biz gelecek nesillere ışık olmaya devam edelim;
Bütün bu evrak imzalama işleri akşam olmasına rağmen bitmediğinden hep beraber yemeğe alındık.Polonya'da ki Nazi Kampı Auschwitz'ten esinlenerek yapıldığını düşündüğüm yemekhaneye ilk girdiğimde gözlerim"Çalışmak özgürleştirir" yazısını aradı.Aynı derecede korkutucuydu.Daha önce hiç bir iftar çadırında bulunmadığımdan da ilk kez 655 kişiyle aynı anda yemek yiyecektim.
Velhasıl o akşam tabağımda bulgur pilavıyla masaya oturdum.İşte bloguma adını damağıma lezzetini kazıyan şey ilk kez askeriyede o gün karşımdaydı. Zaman içinde siz de öğreneceksiniz Bulgur pilavıyla uğraşamazsınız. Ondan kaçamazsınız.sizi kovalayan bir köpekten düşen bi uçaktan hatta vicdanınızdan bile kaçabilirsiniz ama bulgur pilavından asla kaçamazsınız! öğlen kaçsanız akşam karşınıza çıkar akşam kaçsanız büyük ihtimalle sizi yatağınızda bekliyor olucaktır. O yüzden onu 40 derece sıcakta giymek zorunda olduğunuz botlarınızı severcesine sevin. Hatta o kadar sevin ki olmadığı öğünlerde yemekhane görevlisinden ısrarla isteyin vermezse olay çıkartın! Arkadaşlarınızla bulgur üzerine çeşitli sohbetler yapın.ilk doğacak çocuğunuza ismini bile koyabilirisniz. işte biz buna tecavüzden tecavüzcüyü tiksindirecek kadar zevk almak diyoruz.
Akşam yemeğinden sonra kayıt işlemlerimiz 11-12 ye kadar devam etti. Kadro askerler komutanlar vs son derece sabırlı ve yardımseverdi haklarını yememek lazım. Bulgur pilavı yerim hak yemem (bakın asla aklımdan çıkartmıyorum!)
Peki bu kayıt sona erdiğinde neler öğrendik? birincisi artık geri dönmek için çok geç. İkincisi artık bir bölüğünüz, grubunuz takımınız ve koğuşunuzda beraber uyumak için tam 44 yeni arkadaşınız var!
Ama yeni arkadaşlarınızla pijama partisi verip yastık savaşı yapmadan önce yapmanız gereken bi şey daha var o da "ihtiyaç çantası" nı almak efem işte içinde;askı,kirli ve temiz çamaşır torbası, ayakkabı boyası, traş takımı, düdük gibi şeylerin olduğu almanın "zorunlu"değil ama "mecburi" olduğu siyah bir çanta. Kendileri 25 milyon filandı galiba tam fiyatı hatırlamıyorum. Neyse al dediler aldık. Ama her nasılsa 655 kişiden 3-4 kişi bu çantadan almamış, bi şekilde aradan sıyrılmışlar. Çanta satışından  sorumlu başçavuş ise bir görev adamı olduğundan bu çantayı almayan bir kaç kendini bilmezin peşine düştü. Başta sevimliydi içtimalarda (her gün hala kaçıp kaçmadığınızı kontrol etmek ve sizi saymak için bi kaç kere topladıkları duruma biz sayılanlar içtima diyoruz.) her gün gelip "arkadaşlar kim almadı bu çantadan çekicem bak kulağını ehe ehe" tarzında latifelerle "çantasızlar"ı aramaya başladı. Ama aradan 3-5 gün geçmesine rağmen hala bu kendini bilmezleri bulamayınca işler ciddileşt. Uyarılar daha sertleşti!
 Başçavuşun gözlerinin altı halkalanmıştı.Belli ki son bir kaç gece zor geçmişti.Ard ardına yakılan sigaralar, kupalarca içilen şekersiz sade kahveler ve kafasında "çantasızlar" karşısında onunla alay edermiş gibi yan yana duran siyah ihtiyaç çantları....Acaba bu eylem askeriyenin mevcudiyetine karşı yapılan pasif bir direniş bir isyan mıydı? yoksa hasımlarının bir kumpası mı? Bi yerlerde boyasız botlar ,düdüksüz dudaklar ve traş olmak için tuvalete gidildiğiğinde "ya kanka benim traş köpüğü dolapta kalmış seninkinden biraz alabilir miyim?" cümleleri fütursuzca havalarda uçuşuyordu.Özellikle ayrı ayrı torbalara koyulmadığından temiz çamaşırlara dokunan kirli çamaşırların düşüncesi onu çıldırtıyordu. Belki de çocukların parası yoktu? Bu düşünce içine ayrı bi sıkıntı düşürmüştü. Onlara yardım etmeliydi... Bu olayı aydınlatana kadar ona durmak yoktu. O çantalar ne pahasına olursa olsun elden çıkarılmalıydı
Sonra ne oldu bilmiyorum. İlgimi yitirdim. Ama bir gece içip içip "çıkın ulan ortaya!" diye koğuşu basıcak diye korkmuştum onu hatırlıyorum... 
En nihayetinde koğuşlarımıza çıktık. Ama uyumadan önce dolaplarımızı yerleştirip bot bağcıklarımızı bağlamamız gerekiyordu. Bir ahtapotun şişe kapağını açıp içinden yiyeceği almayı akıl ettiği, şempanzelerin alet edavat kullanarak avlandıkları, kargaların ceviz kırmak için taş kullanmayı "becerebildikleri" şu dünyada ben bir bot bağcığını bağlayamadım. Evet yapamadım. Utanmıyorum.Bazı türlerin benden daha zeki ve becerikli olduklarını hep içimde bi yerlerde biliyodum zaten. Bunda utanılcak bişi yok! sağolsun birilerine bağlattım o günden beri de hiç çözmedim. Siz de öyle yapın.
Sanmayın ki dolap dizilimi beni ayrıca zorlamadı. Evet öyle istediğiniz gibi çıkartıp koyamıyosunuz efendim kıyafetlerinizi. Havlular kat yerleri arkaya gelecek şekilde büyüklüklerine göre dizilmeliymiş. Ayrı bir bölmede kirli çamaşır torbası traş çantasının altında efil efil salınmalıymış. Bot boyası sol alt köşede olmalıymış. Her bir kıyafet ayrı ayrı asılmalı ve yakaları iç tarafa bakmalıymış ben o ıslak mendilleri oraya koyarsam onlar atılırmış verilenler dışında bişi koyulursa onlarda çöpü boylarmış!
Hayatta her şey insan için derler ya sevgili okurlarım ya işte ilk gece korkusu da herkes içinmiş...Sadece kadınlar değil erkekler de yaşarmış. Askerdeki ilk gün/gece niz büyük ihtimalle hayatınızın en kötü günleri arasa liste başı olarak girecektir. 8 yaşında altınıza işediğiniz o gün gibi...evet?  ne yani tek işeyen ben miyim? herneyse bunu tartışmıcam bişey deniyodum...
"canınızı sıkmayın o kadar kötü değil" fln demicem o kdr kötü. Bu blogdaki 3.yayınım hala ilk geceyi bitiremedim varın siz düşünün gerisini...
Koğuşa girecektim ama hala 44 kişi olayının bi şaka olduğunu filan düşünüyodum. Özel oda ve geç kahvaltı talebime itibar edilmeyeceğini düşünerek zaten dile getirmemiştim, ama gerçekten 44 kişi?nasıl aynı yerde kalıcaktık? En son doğduğumda "yeni doğan" ünitesinde bu kadar kalabalık bi grupla uyumuştum onda da seçme şansım yoktu Tanrı aşkına kakamı bile tutamıyordum...
biraz merak biraz cesaretle girdim. Ranzalar şeklinde istiflenmiş 60'a yakın yatakta isimleirmiz yazıyordu( rezerve etme sistemi hoşuma gitrmişti modern dünyayla cılızda olsa bir bağ idi hala umut vardı. yani adınıza ayrılmış bi yatak var düşünsenize çok tatlı lan!)yatak temiz yastık yumuşak yorgan sıcaktı ılık ballı sütümü ve kurabiyemi şimdi almaya karar vermiştim... Bekledim. Ama bu akşam vermiceklerdi galiba... Beklerken kulağıma çalınan osuruk kadar cılız bi kaç "iyi geceler" temennisiyle rüyasız bi uykuya dalmışım...
Bu arada ufak bi uyarı ranzalar bitişik yani yattığı gibi kalkan tiplerden değilseniz gecenin bi yarısı kendinizi hiç tanımadığınız biriyle kaşık pozisyonunda bulabilrsiniz.Hoş değil. Gerek yok. O yüzden yatakları biraz ayırabilirsiniz.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

askeriyede ki epik anlarım vol 2




Kayıt çileniz devam ederken o kalabalıkta arkadaş edinmeye filan çalışmayın büyük ihtimalle çevrenizdeki adamları takımlara bölündükten sonra bir daha görmeyecesiniz. O yüzden yanık lastik tadındaki esprilere gülmek zorunda olduğunuzu filan hissetmeyin, azıcık cool olun olm.
Velhasıl kapsamlı(!) sağlık taramamız bittikten sonra Cemillerin en İpekçisi tarafından tasarlanarak içlerine nano-teknoloji yedirilmiş kamuflajlarımız ve botlarımızı almak için başka bir binaya yöneldik. Ayrıca evet, mevsimlerden yaz olması askeriye için bir şey ifade etmiyor. Mevsim her zaman "bot" mevsimi Parmak arası bot diye bir şey olmadığından da bota alternatifler aramayı bırakın ve onu kucaklayın. Ha bu arada botlarınızı bir numara büyük almayı unutmayın. içine koymak için de mutlaka bir adet silikon tabanlık alın böylece ayaklarınız hem rahat eder hem de sıkıldığınızda mıncıklayacağınız bir şeyleriniz olur.
Kamuflajları alacağınız binada içinde 7-8 adet tezgahımsı bölümden tabldot yemek alır gibi eşyalarınızı almaya başlıyorsunuz. Seri bir şekilde önce bavul sonra 2 tüp diş macunu 2 adet kermit rengi don, atlet, eşofman ve mavi bir pijama (yatarken sakın o mavi pijamayı giymeyin o pijamayı hastaneye ya da psikiyatriye yattığınızda giyiyorsunuz. ilk günden eskitmeyin sonrasında giyecek bol bol zamanınız ve imkanlınız olacak;) ) ardından havlu çoraplarınızı da aldıktan sonra tek bakışta kemik ve etinizi ayrı ayrı tartıp büyük ihtimalle kolestrolünüzü de aynı saniye hesaplayan eğitimli bir çift gözden kaç beden giydiğinizi “öğreniyorsunuz”.Sonrasında elinize tutuşturulan kamuflaj ve botlarınızla 7-8 kişinin aynı anda malzemelerini denediği bir kabinde bunları deniyorsunuz “bu beni şişman göstermedi di mi?” ya da “bunun daha koyu yeşili yok mu?” tarzında yorumlar yapmayın pek hoş karşılanmaya bilir. Ve artık hazırsınız!
Şimdi daha fazla evrak imzalamak ve yatacağınız koğuşları görmek için başka bir binaya geçebilirisiniz.

Kalacağımız koğuşlara ulaşmak için hem sivil hem de askeriyenin verdiği bavullarla tıklım tıkış olan  bi otobüsle yola çıktık. Yol artık Bitlis-Siirt arası havasız bir minibüs tadı vermeye başlamıştı ki nihayet koğuşlarımızın olduğu binaya ulaştık. Bavullarımızı sıraladıktan sonra bir komutan yanımıza geldi bizlere yere çömelmemizi söyleyerek “hoş geldiniz” dedi ardından poşet çayların ve tek içimlik kahvenin askeriyedeki ve Türk Kültüründeki önemi(!) hakkında uzun bir konuşma yapmaya başladı. Amaç tabi ki çay ve kahveden bahsetmek değil(gerçi ben o başçavuşu ne zaman görsem birilerine çay satmaya çalışıyordu belki gerçekten amacı bu olabilir. )Ama bence asıl amaç ne kadar çömelerek durabileceğimizi görmekti. Askere gelmeden önce böyle bir şey yaptıklarını duymuştum gelir gelmez çömeltip uzun bi konuşma yaparlarmış cidden de yaptılar. Ve askerliğiniz boyunca daha çok çökeceğimizin sinyallerini o an aldım.
Biz kıvranırken komutan her bir poşet çay paketinin içindeki her bir çay tanesinin gönlünde nasıl ayrı bir yeri olduğundan bahsetmeye devam ederken ben de bunca zaman hiçbir minnet duymadan içtiğim, döktüğüm elimin tersiyle ittiğim hayatıma çeşitli zamanlarda ve mekanlarda giren çayları çaylarımı düşündüm. onlar benim çaylarımdı… Bunca yıl böyle bir mucize karşısında nasıl bu kadar duyarsız kalabilmiştim? Onların kıymetini bilmem için 40 lı yaşlarda hayatta çaydan başka bir şeyi olmayan kel  bi adamın onların kıymetini anlatan bir konuşma mı yapması gerekiyordu? Hayatıma giren bütün çay yaprakları için o an sessiz bir dua okuyup minnettarlığımı dile getirdim. Ve o komutan olmasa bu kadar mucizevi bir bitkiyi asla takdir etmeyeceğimi düşünerek ona da bi dua okudum!
Fakat ben ne kadar şükür ve dua da etsem çay hakkındaki anlamsız pardon ilham verici konuşma bir türlü sonlanmıyor ve bacaklarım ufak kramplarla kasılmaya başlıyordu. Tam komutanın gözyaşları içinde  “işte bunlar benim çocuklarım!” diyerek çaylara sarılacağı anı beklerken “kalk!” emri geldi. Ve daha fazla evrak imzalamak için gazinoya indik.
Parmak izlerimizin alındığı kaç kardeş olduğunuzun ve sivildeki işlerimizin içeriğine dair evraklar doldurduğumuz uzun kuyruklardan sonra büyük ihtimalle hayatımın sonuna kadar saklayacağım içerikte ve nitelikte bir “emniyet ve kaza önleme talimatı” imzaladık.
Her ne kadar okuduğunuzda sizi gülümsetip “yuh artık” dedirtse dahi anladığım kadarıyla askeriyede yasaklanan her şey daha önce yaşanmış ve kötü sonuçlanmış olaylara dayanıyor. Yani bir çoklarının mantıksız bulduğu şeylerin aslında kendi içinde bir mantığı var. Örneğin “silahımla şaka yapmayacağım” ya da “kasaturamı prize sokmayacağım”(lanet olsun!) tarzında şeyler. Ama bazı maddeler var ki kalbime çok yakınlar. Misal; maddelerden bir tanesi annelerden oluşan bir kurul tarafından görüş alınarak eklenmiş. “Terli terli su içmeyeceğim”. Daha şeker bi madde olabilir mi?! Bi de imza “anne” olsa tam olucakmış. Sonra “kazan dairesine gidip vanalarla oynamayacağım” diye bir madde vardı. Yani gecenin bi yarısı uykunuzdan uyanıp çılgınca vanalarla oynarken başınızı bi sağa bi sola sallayarak histerik kahkahalar atmak gibi bir hobiniz varsa asker sonrasına saklayın!
Elektrik direklerine tırmanmayı seven ve araç altlarında yatmaktan hoşlanan arkadaşlarında canını sıkacak birkaç madde var.
Ama ben en çok “dedikodu yapmayacağım” maddesiyle yara aldım. Vatan sağ olsun!
Ve son olarak “intihar etmeyeceğim” maddesini de okuduktan sonra bu hayatta görebileceğim daha başka bir şey kalmadığını düşünerek bu dünyadan huzur içinde ayrılabileceğime karar verdim.

17 Ağustos 2012 Cuma

Birisi askerlik mi dedi?

Askerlik korkusuna nice akademisyenler yetiştiren bir ülkenin vatandaşı olarak, gün gelip atomu parçalayacak dereceye de gelsem bu işten kaçış olmadığını kabul ederek tecilimi bozdurdum.
Bu blogu yazmaya ise askerliğimin 32. gününde karar verdim. maksat benim gibi kısa dönem askerlik yapacak arkadaşlara bu Afrika Savanna'sında nasıl hayatta kalacaklarına dair ip uçları vermek. Aslında ipin başı sonu çok da umurumda değil tamamen zaman geçirmek ve ilerde bu yaşadıklarımı unutmamak için yazıyorum. Ama eminim işinize yarar bişiler mutlaka çıkacaktır.
Öncelikle şahsi tavsiyem askere gelecekseniz üniversiteyi bitirir bitirmez gelmeniz. Ha benim gibi bi umut "br şeylere" bel bağlarsanız (bedelli askerlikti, dünya barışıydı olası bir marslı istilası vs ) ahanda 40 derece sıcakta kıç kadar bir sigara büfesinde benim gibi blog yazmaya başlarsınız.

Askerlik fikrine alıştıktan sonra en önemli safha askere hangi mevsim gideceğiniz hususu.Temmuzun ortasına kadar yorganla yatan biri olarak kışın gelme fikri benim için şehirler arası yolda cırcır olmakla aynı kategoride olduğundan düşünmedim bile ,zira düşeceğiniz yerin iklimine bağlı olarak  -30'larda nöbet tutma ihtimali ve her halükarda sabah 5'te uyanacağınız gerçeği ile harmanlanınca yeni en yakın arkadaşınız zaatüreye "merhaba" diyebilirsiniz. Ama yazın gelmeye karar verirseniz de hayatınızdan bir yaz gitmiş olacak.ve o yazı asla geri alamayacaksınız.Yazlar kıymetlidir...
Bu yüzden artısını eksisini iyi değerlendirip kıçınızın kaç derece soğua ve sıcağa dayanabileceği hususunda düşünün. Yoksa kendinizi benim gibi gizliden gizliye arkadaşlarınızın yaz tatillerinin de bok gibi geçmesini, gıda zehirlenmesi ya da ne biliyim en azından kasık biti kapmalarını umarken bulabilirsiniz.
Her neyse önce teslim oluşumla başlamak istiyorum acemiliğimi zaten evimin olduğu Ankara'da 345.kısa dönem olarak Etimesgut Zırhlı Birlikler'de yaptım. Yani evden çıkıp arabaya binişim öyle ağlayan aileler arkadan dökülen sular şeklinde olmadı zaten 80'ler de çok gerilerde kaldı. Dolaşmaya çıkmışız gibi çıktık yola. Gerçi arada bir aileden gelen acıyan, kaçamak bakışlar yakaladığınızda kendinizi uyutulmaya götürülen bir köpek gibi hissetmiyor değilsiniz. Ama bunlara pek takılmıyorsunuz sonuçta neticeyi değiştiremeyeceğinizden başka telaşlarınız oluyor.
Misal benim o an tek telaşım dinleyebildiğim kadar şarkı dinlemekti. Ancak mesafe kısa dinlenmesi gereken sayısız şarkı vardı. Haliyle biraz ondan biraz bundan derken ortaya Pitbull Feat Güler Duman "R&B lerle Gömün Beni" tadında bişey çıktı. O yüzden a dostlar son şarkınızı iyi seçin benim kişisel tercihim Janis ten Summertime olmuştu.
Biraz da nasıl hissettiğimden bahsedeyim.Askerlik hakkında onlarca hikaye dinlediğimden açıkcası neyden  korkmam gerektiğini bilmiyordum. Çünkü anlatılan her hikaye birbirinden o kadar farklıydı ki en sonunda neyden korkmam gerektiğini bilemediğimden hedef şaşırdım ve hiç bir şeyden korkamadım.
Ha siz illa ki "bişeyden korkmalıyım ben kardeşim rahat edemem ben!" diyorsanız 5.5 ay boyunca giymek zorunda kalacağınız kermit yeşili babaanne donlarından korkabilirsiniz

Aileden ayrılışım düşündüğüm kadar zor olmadı. Gerçi ayrılığın koyup koymadığını düşünecek vaktim de olmadı çünkü içeriye girer girmez kendimi ellerinde kayıt kabul evrakları ve gözlerinde "sıçtık" bakışıyla oradan oraya koşuşturan 650 adet aceminin arasında buluverdim.
Ben saat 3.5 ta teslim oldum ama kayıt işlemleri 12 ye kadar sürdü. O yüzden tavsiyem erkenden teslim olun.Nasılsa kaçışı olmayan bi yoldasınız...
içeriye girdikten ve üst baş aramamızdan sonra sağlık kontrolüyle toplu bir psikoloji teste tabi tutulacağımız hangarımsı bi yere alındık. 7 şerli gruplar halinde üstlerimizde donlarımız kalan kadar soyunduk şöyle bi gözle yapılan taramadan ve ortalıkta dolaşan ayak kokusundan iyice nasiplendikten sonra herhangi bir rahatsızlığımız olup olmadığı soruldu ardından psikoloji testi yapılacak olan yere yöneldil.
Psikoloji testinden aklımda kalan soru "Daha önce hiç kendiniz öldürmeyi düşündünüz mü"ydü. Tadı damağımda kalan soru ise "Şu an kendinizi öldürmeyi düşünüyor musunuz?" oldu Lakin soru o kadar "Bir bardak limonata daha alır mısınız" tadında soruldu ki "Tabi neden olmasın" diyesim geldi. Ama sürü psikolojisi işte çevremdeki herkes" hayır" diyince ben de hayır dedim.iyi mi oldu kötü mü oldu bekleyip görücez...